DEVRİME ADIM ADIM
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

DEVRİME ADIM ADIM


 
KapıAnasayfaRadyoLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 24 Aralık 1978 / Maraş

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
firaarii
Admin
Admin
firaarii


Erkek
Mesaj Sayısı : 135
Yaş : 34
Nerden : bilinilmeyenden
Hangi Takımlısınız : beşiktaş
Ruh Hali : 24 Aralık 1978 / Maraş Tirsmi10
Kayıt tarihi : 02/06/08

Rep puanı
Rep Puanı:
24 Aralık 1978 / Maraş Left_bar_bleue10/100024 Aralık 1978 / Maraş Empty_bar_bleue  (10/1000)
ceza puanı:
24 Aralık 1978 / Maraş Left_bar_bleue0/1024 Aralık 1978 / Maraş Empty_bar_bleue  (0/10)
24 Aralık 1978 / Maraş Empty
MesajKonu: 24 Aralık 1978 / Maraş   24 Aralık 1978 / Maraş Icon_minitimePerş. Haz. 05, 2008 10:23 pm

Unutmayın ve hatırlayın ki, faşistler ve şeriatçılar o gün, Maraş'ta "Müslüman Türkiye", "Ordu Millet el ele" sloganıyla saldırıya geçmişlerdi... Asker ve polis, ortadan çekilmiş, tüm kenti faşistlere ve şeriatçılara teslim etmişti...

AKP'yi hala 'demokrat' sananlar da, şeriatçılığa karşı ordudan medet umanlar da, bu tarihi unutmasınlar...
Maraş, halkı birbirine düşürme, birbirine kırdırma politikasının nelere yol açacağının görüldüğü bir olaydır; Maraşlar'ı lanetlemek, halkın birliğini savunmaktır!

Tarih boyunca tanık olunmuştur ki, sömürücü egemenlerin yönetme araçlarından biridir katliamlar. Sıklığı, büyüklüğü, biçimleri dönemsel koşullara göre değişebilir ama bu yöntemi kullanmaları hiç değişmez.
Dönüp tarihin tozlu sayfalarına göz attığımızda, bu topraklarda egemenlerin yüzyıllardır halkları katlettiği gerçeğiyle karşılaşırız. Bunlar öylesine çoktur ki, tarih, bunların ancak en boyutlu olanlarını yazabilmiştir sayfalarına. Ki bu sayfaların yazdıkları da her şeyi anlamak için yeterlidir elbette.
Bir polis şefi, "Bin operasyon yaptık" diyordu. Doğruydu. O esas olarak 1970'lerden itibarenki kontr- gerilla politikalarını kastediyordu belki, ama Cumhuriyet, daha kuruluşundan itibaren, 1920'lerde, '30'larda birbiri ardına pek çok kitle katliamına başvurmuştu. Sonra belli "direniş odakları"nın etkisizleştirilmesine paralel olarak bir dönem kitlesel katliamlar görülmedi pek. Sonra halkın mücadelesi gelişmeye başlayınca, yine katliamlar girdi devreye.
Her dönem, halka karşı politikanın temelinde hep baskı, gözdağı, sindirme, susturma vardı ve bunun için de egemenlerin kullandığı üç güç olduğu her zaman; ordu, polis ve de sivil faşist, gerici güçler.
Başlarının hangi ölçüde sıkıştığına veya halk kitleleri nezdinde vermek istedikleri gözdağının büyüklüğüne bağlı olarak bunların hepsini birden kullandıkları da olmuştur. Maraş katliamı bunların hepsinin kullanıldığı katliamlardandır.
Tarihin acıyla kan gölü ortasında kaydettiği katliamlardan biri de 1978 Aralık ayının son günlerinde yaşanan Maraş katliamıdır. Katliamın üzerinden 29 yıl geçti. Ki, geçen bu zaman içinde daha birçok katliam yazıldı Türkiye Cumhuriyeti tarihine.

Planlı bir katliamdı; tüm
katliamlarda olduğu gibi!

Ne zamanki, faşistler veya dinci gericiler güruh halinde halka, devrimcilere saldırsalar, bunun "kendiliğinden", vatandaş hassasiyeti, vatandaş tepkisi sonucu olduğu masalı anlatılır. Sivas'ta Madımak'ta veya linç saldırılarında da olduğu gibi... Oysa hepsi planlıdır.
24 Aralık 1978'deki Kahramanmaraş katliamı, haftalar hatta aylar öncesinden hazırlıkları yapılan bir katliamdı. Hazırlıkların içinde devletin her kademesinde yer alanlar olduğu gibi, emperyalistler de pek alışık olunmadığı şekilde fiilen hazırlıkların içindeydiler.
Sonraları ortaya çıkan belgelerden aktarıyoruz; katliamda kullanılan patlayıcılar kontrgerillacı Emekli Yüzbaşı Ali Çeviker tarafından bölgeye gönderilmişti. 12 Eylül'den sonra MHP Genel Merkezi'nde yapılan aramada provokasyon için yapılan hazırlıkların notları ele geçmişti. ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde ikinci katip olarak görev yapan CIA Ajanı Robert Alexander Peck'in 1978 yılı boyunca Maraş ve Maraş gibi alevi-sünni kesimlerin iç içe yaşadığı bölgelerde incelemelerde(!) bulunmuştu. Yine İçişleri Bakanlığı'na verilen resmi bir raporda, katliamdan önce ve katliam sırasında faşist katillerden Haluk Kırcı, Ünal Ağaoğlu ve Ahmet Ercüment Gedikli'nin (ki DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'i katledenlerdendi) Kahramanmaraş'ta olduğu belirtiliyordu.
Camilerde alevilerin, komünistlerin namazı kılınmaz diye fetvalar verildi, Bağlarbaşı Camii imamı vaazda avaz avaz bağırıyordu; "Çevremizde bulunan Alevileri ve CHP'li Sünni imansızları temizleyeceğiz..." Nitekim 22 Aralık'ta, bir gün önce katledilen Mustafa Yüzbaşıoğlu ve Hacı Çolak'ın cenaze töreninden sonra, ilerici, demokrat kitle dağılırken faşistlerin hedefi Trabzon Caddesi'ndeki alevilerin, CHP'lilerin dükkanları oldu. Birçok iş yeri yakıldı, tahrip edildi. 3 kişi katledildi... Ertesi gün ve daha ertesi gün ise, şehirde kelimenin tam anlamıyla bir vahşet uygulanacaktı.
Görülüyordu ki, Maraş'ta hedefte aleviler vardı. Alevilerin neden hedef alındığını ancak o günün genel tablosuyla birlikte ele alırsak doğru değerlendirebiliriz. Birinci neden; böl-yönet politikası, ikincisi, alevilerin devrimci mücaıdeleye akışıydı. İkisi üzerinde ayrı ayrı duralım.

Hedefte aleviler vardı;
çünkü böl-yönet politikası
uygulanıyordu

Oligarşi, şovenizmi, mezhepçiliği körükleyip halkı birbirine kırdırma politikasını, bu dönemde daha yoğun olarak kullanmaya başlamıştı. Bu politika temelinde gerçekleştirilen katliamlarda ise, sivil faşist hareketler ve dinci gericilik baş rolü oynadı. Onlar zaten genellikle egemenlerin halka karşı kullanmak için örgütleyip besledikleri kesimlerdi.
Halkları birbirine düşürmek, birbirine kırdırarak düzene yönelebilecek tepkileri farklı yönlere kanalize etmek, halkların gerçek düşmanlarını görmelerini engellemek için başka düşmanlar icat etmek, egemen sınıfların yalnız ülkemizde değil, tüm dünya çapında başvurduğu bir yöntemdir. Sömürücü azınlık, "azınlık" olmasının doğal sonucu olarak, halkların birliğinden, ortak örgütlenmesinden, dayanışmasından korkarlar. Halkın güçlenmesi düzenin güçsüzleşmesidir. Ama halkların birbirini boğazlaması, bunların saltanatını güçlendirir. Böyle olduğu için her zaman halkları birbirine düşman etmeye ve kırdırmaya çalışırlar, yoksul halkın kanının dökülmesi, aynı zamanda egemenlerin semirmesi anlamına gelir. İktidarlar değişir, halkın kanını döken eller değişir, ama döktürenler ve amaç hiç değişmez.
Son dönemde ırkçılığı öylesine hayasız ve pervasız kışkırtıyorlar ki, bu ortam hiç kuşkusuz Maraş gibi katliamların da zeminini hazırlamış oluyor. Bugün linç saldırılarıyla bir anlamda "provası" yapılan katliamların 6-7 Eylülleri, Maraşlar'ı geride bırakacak iç çatışmalara dönüşmesi hiç de ihtimal dışında değildir. Irkçılığın böylesine körüklendiği bir ortamda, dinci ve ırkçı motiflerle kışkırtılanların saldırganlığı doğal bir sonuçtur.
Caddelerde, sokaklarda halkın kanı akmaya başladığında, buna bir tek sömürü düzeninin sahipleri sevinir. Her zamanki gibi elbette bu olaylardan üzüntü duyduklarını, sorumluların açığa çıkarılıp yargılanması için devletin üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceğini de açıklarlar. Hep böyle yapmışlardır çünkü. Maraş katliamını da, oligarşi, kendilerinin, devletin dışında bir çatışmaymış gibi, alevi-sünni kavgası gibi göstermeye çalıştı.
Bir ozanın o günlerde söylediği bir türkünün şu dörtlüğü aslında bu tartışmaların, çarpıtmaların cevabını o zamandan veriyordu:
Değil bir alevi sünni kavgası
Halkımız bu kavga sınıf kavgası
Bu faşist devletin bütün gayesi
Maraş ne ilk ne de son katliamdır.
Hemen burada ikinci nedene gelecek olursak: 1960'ların ikinci yarısından itibaren devrim mücadelesi yükselmiş, 12 Mart Cuntası'na rağmen, kısa bir kesinti dışında halkın mücadelesi yükselişine devam etmişti. Sola en yoğun kitle akışının olduğu kesimlerden biri de alevilerdi. Bu akışı engellemek, alevi halka gözdağı vermek ve tarihsel asimilasyon politikasını sürdürmek için hedef seçilmişlerdi.

Vahşeti, "din" adına,
"vatan" adına diye
gerçekleştiren kültür

Oligarşinin ipini çözdüğü faşistler ve yobazlar, 23-24 Aralık günleri boyunca -resmi rakamlara göre- 111 kişiyi katlettiler. Evler, işyerleri yağmalandı, yakıldı. Alevi halka karşı başvurulan terörün biçimleri, insan olanın, vicdan taşıyanın kanını donduracak türdendi. Hamile kadınlara karşı uygulanan, anne karnındaki ceninlerin bile delik deşik edildiği vahşeti hatırlatmak sanırız nasıl bir gözü dönmüşlük içinde olunduğunu anlatmaya yeter.
Veya Maraş katliamı davasında mahkemede bir tanığın anlattığı şu sözler de yeter vahşeti göstermeye:
"... Daha sonra karşı taraftaki bir gözü görmeyen yaşlı kadın Cennet Çimen'in evine girdiler. 'Gel nene, gel nene' diye dışarı çıkardılar. Cennet Çimen'in gözünü tornavida ile oyarak, silah sıkıp öldürdüler, yakındaki hela çukuruna baş üzeri atıp, at arabasını üzerine devirdiler. Sonra bütün evleri, bizim evi de yaktılar."

Maraş'ın üzerinden çok geçmiş belki, Madımak'a Malatya'ya bakın öyleyse.
Belki kimileri gözünün önünde canlandıramayacak bile vahşetin bu kadarını. Kimi, anlatımda bir abartı olduğunu düşünecek belki. Kimi "bir film sahnesi gibi" diye onu gerçekliğin dışında görecek.
Ama dizginlerinden boşanmış faşist, yobaz güruhun yaptığı katliam içinde bu küçücük bir ayrıntıdır. İnsanlıktan nasibini almamış faşistlerin halka neler yapabileceği, Nazi zulümlerinden Maraş'a, Sivas'a kadar görülmüştür. Faşistler, yobazlar için vahşetin olmaz bir türü yoktur.
Sivas'ta, Madımak'ta görmedik mi bu vahşeti?.. Diri diri yakılmadı mı insanlar bir otelin içinde?..
Peki Malatya? Katiller, kurbanlarına saatlerce işkence yapmadılar mı? Benzeri ancak psikopat filmlerinde rastlanabilecek bir vahşeti soğukkanlılıkla uygulamadılar mı?
Bakın, Malatya'daki vahşeti gerçekleştirenler kendi el yazılarıyla yazdıkları "veda" notlarında neler yazmışlar:
Hamit Çeker: "Hepimizin bu vatana borcu var ve ben bu vatan için kanımı canımı feda ettim. Vatan sağolsun!''
Emre Günaydın: "Benim diyecek bir şeyim yok vatan sağolsun."
Abuzer Yıldırım: "Bana kızmayın... Benim en büyük namusum vatandır. Vatan sağolsun."
Cuma Özdemir: "Biz Türkoğlu Türküz. Vatanımızı kimseye yar etmeyiz... vatan için gidiyorum. Her şey vatan için. Hıristiyanların evlerini basacağız."
Salih Gürler: "Allah aşkı, vatan aşkı beni bu yola sürükledi. Dinim için bayrağım için yaptım. Eğer bana bir şey olursa siz vatan sağolsun deyin."
Üç misyoneri sapıkça, sadistçe işkence yapıp katletmenin dinle, vatanla ne ilgisi vardı? Evet, Maraş'ın, Madımak'ın dinle, vatanla ne kadar ilgisi vardı, onun da o kadar var. Tarihine bakarsak, sömürücü egemen sınıfların halka düşmanlığının sürekli olduğunu fakat saldırıların hedefi olan halk kesimlerinin dönem dönem değiştiğini görürüz; Kürtler, Rumlar, Ermeniler... Hedefteki "düşman" kim olursa olsun, Osmanlı'dan bu yana halka, muhalif güçlere yönelik katliamlara bakın; "din elden gidiyor" ve "vatan için, devlet için" gerekçeleri, neredeyse tüm katliamların temel gerekçesidir... Bir de Malatya'daki, Madımak'taki, Maraş'taki vahşetin şekline bakın; insanlıkla bir ilgisi yok, dinle, bayrakla, ne ilgisi olabilir?..

Unutmayalım!

Düzenin sahipleri Maraş katliamını unutturmaya çalışıyorlar. Bu konuda azımsanmayacak bir mesafe katettikleri de bir gerçek. Mesela, bugün ülkemiz gençliğinin büyük bir bölümü bu katliamı bilmez. Bu unutturmaya, ilerici, demokrat kimi çevrelerin, aydınlarımızın bir bölümünün de zımnen destek verdiğini ekleyelim.
Maraş'ı unutmayan ve unutturmayan esas olarak devrimciler olmuştur. Devrimciler, her konuda olduğu gibi, Maraş konusunda da halkın ve tarihin hafızası olduklarının bilinciyle davranmışlardır. Devrimcilerin de unutturmama çabalarının yetersiz kaldığı açıktır. Ama şu kadarını belirtebiliriz ki, Maraş, esas olarak devrimcilerin bu çabasıyla Türkiye tarihinden silinememiştir.
Unutmak, unutulanın tekrarlanmasına kapı açmaktır.
Maraş'ta CHP'liler "Seni Karaoğlan'a kurban ediyoruz" diye katledilirken, Ecevit işlenen cinayete, yaratılan vahşete ortak oluyordu. Bugün de AKP destekçileri, Genelkurmay destekçileri aynı aymazlık içindedirler.
Bir an bile unutulmamalı ki, egemenlerin ne halka düşmanlığı biter, ne de katliamlar için gerekçeleri ve manevraları. "Müslüman Türkiye" diye yürüyüp "cihad" ilan edenlerle, laikçi ordu, o gün, halka, halkın devrimci mücadelesine karşı işbirliği içindeydiler. Bu işbirliği hiç bozulmadı.
12 Eylül'de devam etti... 28 Şubat'ta devam etti... Bugün de devam ediyor.
10 Aralık'ta Ege Denizi İzmir Seferihisar açıklarında batan tekneden, şu ana kadar 49 kişinin cesedi denizden çıkarıldı, sayının kaça çıkacağı bilinmiyor. Fakat küçücük teknenin 70-80 kişiyi taşıdığı tahmin ediliyor, batan tekneden sağ kurtulanların sayısı 6.
70-80 kişi küçücük tekneyle, dalgalı denize açılmak zorunda kalıyor. Boğulma, hayatlarını kaybetme ihtimalleri çok yüksek olduğu halde bunu göze alıyorlar.
Burjuva basının çok bilmiş yazarları, bu havada o küçücük tekneyle dalgalı denize açılmayı geminin kaptanının para hırsıyla izah etmeye kalkışıyorlar. Elbette mülteciler üzerinden rant elde etmeye çalışanlar vardır ve olacaktır, fakat neden o mülteciler hayatlarını tehlikeye atarak o gemiye binmektedirler? Kim bunun sorumlusu? Teknenin kaptanı mı? O teknelerin kaptanları olmasa, mültecilik duracak mı? Ya da mülteciliği tartışmak yerine mülteciliğin daha güvenli şartlarda olmasını mı tartışmak gerekir?
Elbette insanlar yasal yollardan gidemiyorlar. Kaçak gidiyorlar. Emperyalizm hem insanların yaşam alanlarını yok ediyor. Hem de başka ülkelere gitmelerini engelliyor.
Bu ilk olay da değildir, görülecektir ki, son da olmayacaktır. Son da olmayacaktır, çünkü bu tabloyu yaratan nedenler ortada durmaktadır ve her geçen gün daha da büyümektedir.
İnsanlar yüzleri bulan sayılarla toplu olarak ülkelerini terkederek, başka ülkelerde kelimenin gerçek anlamıyla yaşam şansı arıyorlar. Neden terkediyorlar ülkelerini? Bu sorunun cevabı emperyalizmin sömürgeciliği gerçeğidir. Halkları açlığa mahkum etmesi gerçeğidir.
Seferihisar açıklarında batan teknede hayatını kaybeden mültecilerin uyruklarının Filistin, Somali, Irak olduğu açıklandı. İşgal altındaki, yoksulluk içindeki topraklarda milyonlar ülkelerini terketmek zorunda bırakıldı. Milyonlar başka ülkelere kaçak yollardan giderek yaşam olanağı aramak zorunda kaldı, yüzlercesi yollarda can verdi, herhangi bir ülkeye ulaşabilenler, gittikleri ülkelerde aşağılamanın, ırk ayrımcılığının türlüsünü yaşadı.
Evet, Seferihisar tablosu içler acısıdır. Fakat bu tablonun emperyalizmin yarattığı tablo olduğunu görmemek daha içler acısı durumdur. Seferihisar'a bakmalı ve emperyalizmin ne olduğunu görmelidir herkes. Özellikle AB emperyalizminin, ABD emperyalizminin demokratik ülkeler olduğunu söyleyenler, sömürgecilik gerçeğini unutmuş olanlar, eski tarzda sömürgeciliğin artık tarihe gömüldüğünü düşünenler bu tabloya iyi bakmalıdır.
Emperyalizm tam da budur işte. Ülkeleri işgal eden, tüm zenginliklerini talan eden, halkların emeğini iliklerine kadar sömüren, milyarlarca halka yaşam alanı bırakmayan dev bir sömürü ve katliam mekanizmasıdır. Son yüzyıllık tarih, emperyalizmin dünya halklarına karşı suçlarıyla doludur. Bunlar öyle basit suçlar değildir, sömürgecilik sonucunda, savaşlar sonucunda, işgal ve katliamlarda onmilyonların katledildiği suçlardır bunlar.
Bu suçlar emperyalizmin tarihte kalmış suçları değildir. Halen işgalleri, katliamları sürmektedir. Halen emperyalizmin sömürgeciliğinin sonuçlarını halklar göçlerde, açlık nedeniyle ölerek yaşamaktadır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
firaarii
Admin
Admin
firaarii


Erkek
Mesaj Sayısı : 135
Yaş : 34
Nerden : bilinilmeyenden
Hangi Takımlısınız : beşiktaş
Ruh Hali : 24 Aralık 1978 / Maraş Tirsmi10
Kayıt tarihi : 02/06/08

Rep puanı
Rep Puanı:
24 Aralık 1978 / Maraş Left_bar_bleue10/100024 Aralık 1978 / Maraş Empty_bar_bleue  (10/1000)
ceza puanı:
24 Aralık 1978 / Maraş Left_bar_bleue0/1024 Aralık 1978 / Maraş Empty_bar_bleue  (0/10)
24 Aralık 1978 / Maraş Empty
MesajKonu: Geri: 24 Aralık 1978 / Maraş   24 Aralık 1978 / Maraş Icon_minitimePerş. Haz. 05, 2008 10:23 pm

Eski Başbakan Bülent Ecevit'in 19 Aralık 1978 tarihinde meydana gelen ve 105 Alevi kökenli yurttaşın yaşamını yitirdiği Maraş Katliamı'nı MİT'in organize ettiği yönünde bilgilendirildiği, ancak olayın üzerine gitmek yerine kendisine ulaştırılan belgeyi sümenaltı ettiği ortaya çıktı.

Milliyet gazetesinde yer alan habere göre, Maraş Katliamı'ndan bir yıl sonra 1979 yılında dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'e MİT içinden gizli bir belge ulaştırıldı. MİT belgesine göre,...>>>



105 kişinin hayatını kaybettiği Maraş olaylarında MİT'in parmağı vardı. Ecevit'in arşivinde sakladığı belgede, MİT'teki MHP hakimiyeti anlatıldı, katliamın MİT elemanlarınca planlanıp çıkarıldığı vurgulandı ve katliamda rol üstlenen görevlilerin isimleri de teker teker yer aldı.

Ancak Ecevit verilerin üzerine gitmek yerine, belgeyi arşivine kaldırarak sümenaltı etti.

Haberde ayrıca, Ecevit'in Anasol-D Koalisyon Hükümeti döneminde Başbakan Yardımcısı iken Kutlu Savaş'ın yazdığı raporda yer alan Susurluk Çetesi'ne ilişkin bilgilerin kamuoyuna açıklanmasına da devletin itibarını bozar diyerek karşı çıktığı bilgisi yer aldı.

Belge katliama ışık tutuyor

Milliyet gazetesinin açıkladığı belgede, Ecevit'e Maraş olayıyla ilgili ulaştırılan bilgi şöyle: 'MİT Hukuk Müşaviri ve Psikolojik Savunma Başkanı, Türkeş'in talimatıyla hareket eder. 1968'de Ecevit'in geçmişi hakkında bir broşürü Ankara Kardeşler Matbaası'nda bastırıp MHP, AP ve MSP'lilere gizlice dağıtmışlardır. CHP iktidarı devraldıktan sonra vuku bulan büyük olayların (Malatya, Sivas ve Kahramanmaraş) çıkacağına dair 1-2 ay evvelinden haber verilmediğinden yüzlerce vatandaşımızın can ve mal kaybına sebebiyet vermişlerdir. Önceden haber vermek bir tarafa, olayın yaratılmasında en etkin rol oynamışlardır. Nitekim Kahramanmaraş olayı MİT'ten (..) (..) (..) (..)'in (isimler yazarlarca gizlendi. RA.CD) müşterek planlamaları ile çıkarılmıştır. (..) 'Türkeş, oraya ..'in tavassutuyla ..'u tayin ettirerek Güney Bölgesi'ni ele geçirmiş ve Kahramanmaraş olayını rahatlıkla tertip ettirmiştir. Eğer MİT olayın içinde olmasaydı, Kahramanmaraş'tan her türlü istihbaratı aylar evvel alır ve olayın zuhur etmesine meydan vermezdi. MHP'nin bir organı haline gelen MİT, CHP zamanında meydana gelen büyük olayları yapan ve yaptıran MHP'lilere ait hiçbir istihbarat ve bilgiyi vermeyip saklamış, sadece sola ait bilgiler aktarmak suretiyle olayları sola mal etmiştir. Kurulan sıkıyönetim mahkemelerine sağa ait raporların verilmemesi, sadece sola ait raporların verilmesi hususunda Türkeş, MİT'teki elemanlarına talimat vermiştir.'

105 kişi öldü

Maraş'ta 19 Aralık 1978'de Çiçek Sineması'ndaki film gösterimi sırasında bir bomba patladı ve çıkan olaylar 7 gün sürdü. Olaylarda 105 kişi öldü, yüzlerce kişi yaralandı. Ayrıca 917 ev, işyeri ve araç tahrip edildi, ülkücüler Alevi mahallelerine saldırdı. Olaylar daha sonra başka illere sıçradı ve 26 Aralık'ta 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi. 835 kişi hakkında açılan dava 8 Ağustos 1980'de karara bağlandı ve 22 kişi idama mahkžm edilirken, 14 kişiye ömür boyu hapis cezası, 327 kişiye 15 yıla kadar hapis cezası verildi.

Susurluk devlet sırrı

Milliyet'in haberine göre, Susurluk olayıyla ilgili olarak Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş'ın hazırladığı raporun önemli bölümleri de gizlendi. MİT'in müdahalesi sonucu, son olarak Şemdinli'de suçüstü yakalanan JİTEM ve 'derin devlet'le ilgili gerçeklerin, Susurluk olayında olduğu gibi, açığa çıkmasının engellendiği yolundaki kuşkuları artırıyor. Habere göre, MİT'in müdahalesiyle Abdullah Çatlı ve 'derin devlet'le ilgili bilgiler saklandı.

Komplo gizlendi

Milliyet'in dünkü sayısında yer alan haberde, Bülent Ecevit'in ayrıca 1997'de Mesut Yılmaz başbakanlığında kurulan ANASOL-D hükümetinde başbakan yardımcısıyken MİT'ten gelen 'çok gizli' not üzerine bazı bilgileri daha sakladığı da açıklanıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın uğradığı uluslararası komploya ilişkin bilgileri içeren önemli verilerin yer aldığı rapor da gizlendi. MİT, Öcalan'a yönelik başlatılan uluslararası komploya ilişkin hazırlanan raporun da gizlenmesini istedi, çünkü Türkiye'nin terörist faaliyetler yürüttüğü ve komploda CIA ve MOSSAD'ın olduğu açığa çıkacaktı. Öcalan'la ilgili bilgilerin rapora yansımasını istemeyen MİT'in Ecevit'e sunduğu gerekçeyse şöyle: 'Suriye'de A. Öcalan'a yönelik operasyonun tüm safahati ile raporda yer alması, (Sayfa 22) Türkiye'yi terörist devlet konumuna getirebilecek niteliktedir. Nitekim, Suriyeli ilgililerin olayı CIA veya MOSSAD'a mal edebildikleri ifade edilirken, devlet sırrı olması gereken konunun rapora detayları ile aktarılmasının izahı mümkün olamamaktadır. Her vesile ile siyasi platformlarda Suriye'yi terörist bir devlet olarak tanıtma ve kabul ettirme politikamızı zedeleyebilecek bu hususların ne denli gizli kalabileceği endişe konusudur.'
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
24 Aralık 1978 / Maraş
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
DEVRİME ADIM ADIM :: Devrim :: Tarihe Damga Vuran Olaylar-
Buraya geçin: