"İktisaden zayıf bir ulus, fakirlik ve sefaletten kurtulamaz.
Toplumsal ve siyasi felaketten yakasını kurtaramaz." (M.K.Atatürk)
Ulusal ekonomiyi, sağlam temeller üzerine oturtmak amacına yönelik ekonomik devrim, Atatürkçülük'e "Devletçilik" deyimi olarak geçmiş ve Atatürk İlkeleri arasında yerini almıştır.
Cumhuriyetçilik ilkesi toplumu demokratik, özgürlükçü, çoğulcu bir düzende katılan toplum haline dönüştürmek istemektedir; halkçılık ilkesi tüm işleyişte halkın gerçekten etkin olmasını önermektedir; fakat bu nasıl olacaktır? Halk aslında yoksuldur, emeğiyle geçinebilmektedir; güçlüklere karşı, yönetenlere karşı nasıl olacak da gerçekten yasaların verdiği hakkını geçerli biçmde kullanabilecek, etkinlik kazanacaktır? Kalkınmanın veriminden, ulusal gelirden, yaratılan değerlerden; devlet olanaklarının kişiler ve bölgelerarası dağılımından nasıl yararlanacaktır? Bu sorular ve amaç edinilen çağdaşlaşma devletçilik ilkesini yaratmıştır.
"Bizim güttüğümüz "devletçilik" bireysel çalışma ve etkinliği esas tutmakla beraber, mümkün olduğu kadar az zaman içinde ulusu refaha, ülkeyi bayındırlığa eriştirmek için, ulusun genel ve yüksek yararlarının gerektirdiği işlerde özellikle ekonomik alanlarda, devleti fiilen ilgilendirmektir."
Türkiye'nin tatbik ettiği devletçilik sistemi 19. asırdan beri sosyalizm teorisyenlerinin ileri sürdükleri fikirlerinden alınarak tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye'nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye'ye özgü bir sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur:
Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsi faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ve geniş bir memleketin bütün ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri kişisel ve özel teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an önce yapmak istedi; ve kısa bir zamanda yapmayı başardı. Bizim takip ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi liberalizmden başka bir yoldur. ( 1936)